Berlin
Sonunda Berlin'deyiz. O kadar tanıdık ki, nasıl filmlerden New York'un bir çok yerini biliyorsak Berlin'de de durum buna çok benzer oldu benim için. Gidilmesi görülmesi gereken yerlerin çoğunu Türk filmlerinden ya da duvar ile ile ilgili belgesellerden bildiğimi fark ettim. Tabii ki orada olmak, şehri koklamak bambaşka bir duygu. Ayrıca şehirdeki Türk varlığından dolayı almanca ya da ingilizce fark etmez, yabancı dil bilmeyenlerin burada çok rahat edeceğini söyleyebilirim. Keza ülkede diyalog kurduğumuz ikinci kişinin Türk olması ve ineceğimiz durakta bize haber vermesi bunun açık bir kanıtı. Ayrıca türkçe hazırlanan turizm sayfasını da unutmamak lazım.
BERLİN'DE GEZİLECEK YERLER
Berlin deyince akla gelen ilk şey tabii ki duvarı. Ama ne duvar! En önemli kısmı bir gecede baskın mantığıyla, duvar ya da dikenli tellerle kurulup, yıllar içinde 155 kilometrelik bir duvar haline dönüştürülmüş. Dünyanın belki de en büyük dramlarından birinin yegane eseri olarak duruyor. Yer yer sanat galerisine çevrilmiş ve dönemsel olarak değişen graffitiler ile süslenmiş, yer yer ise üstünden parçalar çalınıp hatıra olarak satıldığı için, tel örgülerle çevrilmiş olarak
görebilirsiniz. Gerçi Berlin Duvarı'nı tel örgülerle çekip korumaya çalışmak dünyanın en büyük ironisi olsa gerek.
görebilirsiniz. Gerçi Berlin Duvarı'nı tel örgülerle çekip korumaya çalışmak dünyanın en büyük ironisi olsa gerek.

Bir başka Berlin klasiği ise Brandenburg kapısı. Kapı büyükçe bir meydana ve genellikle elçiliklerin ve konsoloslukların bulunduğu bir bulvara bakıyor. Yüzyıllardır şehrin simgesi olan bu yapı, bu süre boyunca da türlü şeylere şahit olmuş. Bunlardan en önemlileri, tepesinde bulunan ve oraya 1700'lü yılların sonunda yerleştirilmiş olan atlı heykelin Napolyon tarafından Paris'e götürülmesi ve bir diğeri de 2. Dünya savaşında çok ciddi tahrip olması sayılabilir. Bu yazımızda da bahsettiğimiz gibi, Napolyon bu konuda zaten sabıkalı. Ama yandaki resim size ikinci dünya savaşının yıkımı hakkında ufak bir fikir verecektir. Ayrıca bu meydana sabah 11'de gelirseniz hemen bir ücretsiz şehir turuna kaynayabilir ve şehri böyle bir grupla gezebilirsiniz. Nitekim biz öyle yaptık, otelimizden kalkan turu kaçırdığımız için bu meydana geldik ve sadece bahşiş ile bu işi yapan bir rehberin turuna katıldık. Eğer siz de bu koca şehirde ne yapacağınızı şaşırırsanız adresiniz burası :)
Berlin bir müzeler şehri. Burada ziyaret edebileceğiniz tam 180 müze 440 galeri var(mış:) İçinde Zeus sunağını da barındıran Pergamon müzesi dahil en ünlü müzeler, müze adası denen bir yerde toplanmışlar fakat maalesef Türk'lerin en çok ilgisini çeken bu eserin olduğu salonunun yenileme çalışmaları yüzünden 2020 yılına kadar ziyarete kapalı. Biz de bunu kapıdaki bir tabeladan öğrendik ve açıkçası içeriye girmekten vazgeçtik. Zaten az olan zamanımızı merak ettiğimiz başka müzelere ve görülmesi gereken yerlere gitmek için değerlendirmeyi tercih ettik.
Bunlardan biri Berlin Yahudi Müzesi. Müzede denge çok iyi yakalanmış yani eserlerin yarısı holokost'a ayrılmışsa diğer yarısı da eskiden yahudi yaşamı nasıldı, yahudilerin ticaretteki yeri gibi enstalasyonlara ayrılmış. Müzedeki iki eser beni gerçekten çok etkiledi; birincisi Holokost Kulesi. Aslında buna eser diyebilir miyiz bilmiyorum, burası zigzag olan binanın iki ucunun birbirine bağlandığı yerdeki bir boşluk, ama içeri girdiğinizde (aslında binadan dışarı çıkmış oluyorsunuz) olduğunuz gerçeklikten o kadar güzel tecrit oluyorsunuz ki, o uzun, karanlık ve soğuk kuyunun en dibinde yalnız olmak ne demek 10 saniyeliğine de olsa anlıyorsunuz. Bir diğeri ise Shalekhet (Dökülen Yapraklar) adlı değişik boyutlarda ve ağırlıklarda yapılmış döküm suratlardan oluşuyor. Eser sahibi özellikle bu yüzlerin üzerinde yürünmesini istiyor, çünkü çıkan ses enstalasyonun sergilendiği galeride yankılanıyor ve eser sahibine göre de bu ses zulüm gören yahudilerin çığlıklarını temsil ediyor.
Müze Adası'na çok yakın bir konumda bulunan Gendarmenmarkt ise Berlin'in en önemli meydanlarından biri ve etrafında şehrin en önemli katedrallerini barındırıyor. Meydanın tam ortasında Konzerthaus Berlin iki yanında ise Alman ve Fransız katedralleri bulunuyor. Meydanın adının Fransızca'dan gelmesi ve meydanda bir Fransız kilisesi bulunması da aslında Berlin'in Fransızlardan ne kadar etkilendiğini gözler önüne seren bir örnek. Bu katedralleri gezdikten sonra hala katedral görmek istiyorsanız meydanın tam yanında Berliner Dome yani Berlin Katedrali'ni gezebilirsiniz. Gerçi dedikodulara göre burada hiçbir zaman bir piskopos
yaşamadığı için gerçek anlamda bir katedral sayılmıyormuş, sonra söylemedi demeyin :)
yaşamadığı için gerçek anlamda bir katedral sayılmıyormuş, sonra söylemedi demeyin :)
Almanya geçmişiyle yüzleşmekte çok başarılı. Gerek Berlin duvarı ile ilgili gerekse holokost ile ilgili olarak yaşananların sorumluluğunu üstlenmiş durumdalar ve hatalarını telafi etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. En azından görüntü böyle. Şehrin her tarafında holokost ile ilgili anıtlar ve parklar mevcut. Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı da bunlardan biri. Aslında burası temsili bir anıt mezar. Yani buraya birileri gömülmüş değil, en azından resmi olarak. Park içinde değişik büyüklük ve ağırlıkta yüzlerce beton blok var ve bu blokların herbiri katledilmiş birini temsil ediyor. Her ne kadar burası bir anıt da olsa bloklar etrafında sizden bir mezardaymışçasına saygı bekliyorlar.Fakat bu anıta çok yakın yapılan katledilen eşcinseller ve katledilen politikacılar anıtları, bize katledilenlerin bile sınıflandırıldığını ve aslında ayrımcılığın bir şekilde hala devam ettiğini düşündürdü.

Burası Almanya parlamento binası. Geziler ücretsiz ama gelmeden internetten kayıt olup, saat almanız gerekiyor. Güvenlik noktasındaki görevliler tarafından asansöre kadar geçiriliyorsunuz ve en üst kata, cam kubbeye çıkıyorsunuz. Kubbe binaya doksanlarda yapılan restorasyonda eklenmiş. Belki de gece gittiğimiz için kubbe ve altındaki metal aksam bana dünyayı ele geçirmeye çalışan şeytani bir yapay zeka gibi göründü. bkz: Eagle Eye isimli film :) Kubbenin panoramik manzarası bir harika. Bizim randevumuz yoğunluktan dolayı akşama denk geldi ama siz gündüzü yakalamak isterseniz randevunuzu bir kaç gün önceden almayı ihmal etmeyin. Ayrıca maille gelen onay yazısının da ya çıktısını alın ya da belgeyi telefonunuza indirin.
Checkpoint Charlie yani Doğu ve Batı Almanya arasında bir tarafını Amerikan ordusunun bir tarafını Sovyet ordusunun tuttuğu bir sınır kapısı. Bugün sadece turistik bir çekim noktası olarak duruyor. Yani aslında sadece turistlerin ilgisinden dolayı yeniden inşa edilmiş bir karakol binası ve çevresindeki özel müzeler burada ciddi bir turist kalabalığı yaratmış durumda.
Müze ve holokost'tan kopup biraz da şehir hayatına geçelim. Şehrin en kalabalık en renkli ve yaşayan yerleri büyük çoğunlukla Türk mahalleleri. Bu bağlamda buralar sadece bizim için değil yabancı turistler için bir çekim noktası. Bunların başında da "Küçük istanbul" Kreuzberg geliyor. Aslında hikaye çok ilginç, 1961 yılında ilk giden işçilere sadece Kreuzberg, Neuköln ve Wedding mahallelerine yerleşme izni verilmiş ama bu bölgeler hızla gettolaşınca da bu sefer 1970 yılında gelenlerin pasaportlarına bu üç ilçede yaşayamaz damgası vurulmuş. Tabii ki kimse bu yasağı dinlememiş ve özellikle Kreuzberg büyüdükçe büyümüş. Duvar da yıkılınca tam şehrin merkezinde kalmış ve bugün gelinen noktada şehrin en bize benzeyen, en kalabalık ve en ışıklı yeri oluvermiş.
Yok Türkiye'yi burda yaşayalım bize Avrupa ver dersen kesinlikle Prenzlauer Berg mahallesine gitmelisiniz. Burası,savaştan en az zarar gören yerlerden biri, çoğu bina 1800'lerden beri ayakta kalmayı başarabilmiş, ayrıca Berlin Duvarının yıkıldığı ilk nokta olarak tarihe geçmiş, binalar arasında bu konu ile ilgili küçük bir müze-park ve sergi var. Ayrıca dizayn atölyeleri ve gastronomik değerleriyle hem yerlileri hem de turistleri cezbeden bir çekim noktası olmuş durumda. Bunların arasında retro butiklerden tutun da, gurme kahve evlerine kadar her türden dükkanı bulabilirsiniz. Ayrıca eğer baharda ya da yazın gittiyseniz Mauerpark'i görmeden dönmeyin. Burada kurulan bitpazarı ve düzenlenen etkinlikler tüm Berlin'in en iyisi olmaya aday.
Şehrin neredeyse her tarafından görülen Berlin Televizyon Kulesi (ya da Alex kulesi) tüm Almanya'daki en uzun yapı olarak değerlendiriliyor. Kule ziyarete açık. Bulunduğu meydan Alexanderplatz ise alışveriş merkezleri ve kafeleri ile tüm şehrin en kalabalık yerlerinden biri.
Ne Yedik?
Tahmin edebileceğiniz gibi Berlin'in en ünlü yemeği sosisleri, currywurst. Şehrin her tarafında bulabileceğiniz dükkanlarda ya da büfelerde bu ilginç lezzetleri deneyimleyebilirsiniz. Restoranlarda bulunmuyor. Özelliği domuz etinden yapılıyor olması ve köri ile servis ediliyor olması. Sokakları arşınlarken bir şeyler atıştırmak isteyen gezginler için birebir.
Akşam olduğunda ise otelimize çok yakın, Sixties Diner isimli, amerikan diner'ı şeklinde dizayn edilmiş, çok lezzetli hamburgerleri ve pizzaları olan bir restorana gitik. Porsiyonları çok büyük ve fiyatları da oldukça ekonomik. Her masada küçük bir müzik kutusu var ve 1 euro karşılığında 3 şarkı seçip tüm restorana dinletbiliyorsunuz. Giderseniz benim için Santana'dan bi Maria Maria dinlersiniz artık :)
Başka bir restoran ise, şinitzeleriyle ünlü bir Avusturya restoranı. İsmi Austria Restaurant original, keza tam sokağın başında neredeyse aynı isimde başka bir restoran var biz az daha oraya oturuyorduk :) Burada da porsiyonlar büyük ama fiyatlar da porsiyonlar gibi :)
Kesinlikle gidilmesi gereken yerlerden biri de Spree nehrine yakın bir konumda bulunan White Trash Fast Food isimli restoran. Aslında buraya sadece restoran demek haksızlık olur. Bünyesinde sigara içilebilen bir sinema salonu ve bir dövme stüdyosu da bulunduran bu işletmede haftanın bir çok gecesinde rock gruplarının ya da DJ'lerin performanslarına denk gelebilirsiniz. Fiyatlar genele göre makul.
Eğer Kreuzberg'deyseniz ve canınız döner çektiyse tek adresiniz Hasır Döner olmalı. Diğer dükkanlardaki dönerler bir şekilde bizdekilerden daha farklı ama Hasır'ın döneri buradakilere bile taş çıkartır. Bir de Knofi diye bir cafe var ki, tasartımıyla hemen diğerlerinden ayrılıyor. Envai çeşit Türk lezzetini bulabileceğiniz Knofi, demli çay servisi ve baklavalarıyla da en azından soluklanmak için iyi bir nokta.
Sıra geldi kahveye. Resimlerdeki cafe Prenzlauer Berg'de olduğunu söylediğim bir çok gurme dükkandan biri olan Bonanza Coffee Heroes. Burası, benim de özel ilgi alanıma giren, hemen orada taze kavrulmuş kahve tanelerini demlenme tekniğiyle sevis eden ve Türkçe'ye nasıl çevireceğimi bilemediğim bir coffee roastery. Gördüğünüz gibi minimalist bir tavırla, "sandalyelerimize değil kahvemizin lezzetine odaklanın" tarzı güdülmüş. Bu tavır yavaş yavaş İstanbul'da yaygınlaşıyor. Bunun optimumu neden yok bilemiyorum. Yani hem güzel kahve hem rahat koltuk neden olamıyor lütfen bilen varsa bana mail falan atsın :)
BERLİN'DE Nerede KalINIR?
Konakladığımız yer Mitte bölgesinde Oranienburger strasse idi. Mitte, almancada "orta" demek. Adından da anlayacağınız gibi burası Berlin'in tam ortası. Bünyesinde barındırdığı Müzeler adasıyla gündüz, envai çeşit restoranı ve barlarıyla da geceleri tercih edilen bir yer. Bizim otelimiz ise Oranienburger strasse'deki Generator Berlin'di ve hostelden ziyade bir gençlik kampı gibiydi. Kendi barı, restoranı ve kafesi olan bu işletme, müşterilerini dışarı kaçmasın diye tüm eğlenceyi bünyesinde toplamış. Gençlerin hafta sonu gürültüsünden rahatsız olmam diyorsanız, konaklamak için yıldızlı otel konforu sunan bu işletmeyi değerlendirebilirsiniz.
|
BERLİN'DEN Ne AlINIR?
Berlin'in sembollerinden biri geldiğimiz şehir Madrid gibi bir ayı. Tabii ki bu durum tüm hediyeliklere yansımış. Ayrıca şehrin her tarafında böyle dev ayılar var.
Berlin'e has bir başka karakter ise Ampelmann yani Ampül Adam. 1961 yılında tasarlanan ve kullanılmaya başlanan bu figür o kadar çok sevilmiş ki,80'li yıllarda çocukların trafik eğitim programlarında kullanılmış. Daha sonradan tasarlanan Ampül Kadın ile Berlin başta olmak üzere tüm Almanya'da yer yer kullanılıyorlar. Şehrin değişik yerlerinde sadece Ampelmann ürünlerini satan 4 mağaza ve ayrıca bir de kafesi var. Şemsiyeden, çanta ya da etikete kadar her türlü ürün mevcut. İlginç bir şekilde Tokyo'da da bir şubeleri varmış, nedense? :)
|
Burada anlatamadığımızdan daha fazlası sizi orada bekliyor. Mesela şehirde sanat panoları olarak kullanılan duvar parçalarını arayıp bulabilir ya da Trabant'lar ya da halk arasındaki ismi Trabi'lerle şehirde bir safariye çıkabilirsiniz. 2 euro'ya soğuk savaş zamanından kalma photoautomat'larda fotoğraf çektirmeyi de unutmayın. Yalnız bu eski teknolojinin fotoğrafınızı basması 8-10 dakika arasında değişiyor ona göre :) Bir de bizim bu sefer gidemediğimiz ama eğer bir daha Berlin'e gidersek kesin gerçekleştireceğimiz toplama kampı ziyaretini yapabilirsiniz.
Sevgiyle kalın.