COTE D'AZUR KÖYLERİ
Geçtiğimiz Ekim ayı sonunda gittiğimiz Fransız Rivierası, deyim yerindeyse ağzımızı açık bıraktı. Sonbaharda, yollar bomboş, yer yer yağmur çiselerken bile bunca güzelken havalar ısındığında, deniz mevsimi açıldığında nası oluyordur hayal bile edemiyoruz. Aslında, bir fikrimiz var =). Bizim gibi şehir, insan ve canlılık seven insanlar için, Cote d'Azur doğayla şehir yaşamının tam dozunda birleştiği bir zenginlik diyarı diyebiliriz. Hem lezzet, hem görsellik, hem de keyif anlamında cidden, şuracıktaki 3 katlı pembe ev de benim olsaydı ne olurdu dedirtecek cinsten bir yer.
Zaten Cote d'Azur isminin anlamı gök mavisi kıyı anlamına geliyor ve oraya gittiğinizde sulara büyülenmiş gibi bakarken kendinizi bulabiliyorsunuz. Açık renk gözlere sahip olduğumuzdan güneş ışınlarına karşı çok hassas olan ve en ufak gün ışığında bile güneş gözlüksüz gezmeyelim diyen bizler, ilk defa, bu güzelliği çıplak gözle görmek istiyorum diyerek bir banka öylece oturakaldık. Biz böyle diyince de tropik adaların turkuaz sularını, çay plantasyonlarının yeşilini gören gezginler buna katılmayabilir. Fakat her şey, bu dinginliğin içerisine sızan hasır şapkalı amcalar, zarif Fransız Hanımlar ve denize nazır öylesine bir masada sade bir beyaz şarap kadehinin parfüm kokularına karışması ile keyif diyarına dönüşüveriyor. Sadelik, zenginlik ve güzellik bir araya gelince Fransız Rivierası'nın ruhu ortaya çıkıyor.
Cote d'Azur bölgesinde gezilecek yerlerin arasında dünyaca ünlü dağ ve deniz köyleri geliyor. Biz de bu köylerin birçoğuna gittik, aslında en mantıklısı Cannes veya Nice gibi daha büyükçe bir şehirde kalıp araba kiralamak ama belediye otobüslerinin saatlerine dikkat ederseniz onları kullanmak da çok akıllıca, hem de çok ucuz. Biz, bu köylerin bir kısmını Cannes'dan araba ile, bir kısmını da Nice'ten otobüs ile gezdik. Aralarında, Gecenin Kraliçesi dizisinden de hatırlayacağımız, parfümleriyle ünlü Grasse Köyü, Trip Advisor'da baş köşede bulunan Eze Köyü ve hepsinden daha masal gibi olan Saint Paul de Vence Köyü var. Fakat bizim favorimiz aniden karşımıza çıkıveren Jean Cap Ferrat oldu. Detaylar aşağıda.
EZE
Eze, elinizi atacağınız tüm Fransız Rivierası gezi rehberlerinde, görülecek en popüler yer. Bir de bu bölgede birçok köyün bir de deniz kenarı versiyonu oluyor, o sebeple Eze'yi, Eze-sur-mer (deniz kenarı Eze) ile karıştırmayın. Siz de bizim gibi bu köye otobüs (veya araba) ile gelirseniz aracın oldukça fazla tırmandığını fark edeceksiniz. Hatta bizim otobüs o kadar çok tırmandı ki, bir ara bulutların üzerine çıktık sandık =).
Aslında bu köyün pek bir numarası yok ama küçük ve zevkli yapılmış tarihi taş evlerle sonbahar yapraklarını ve tepeden görünen uçsuz bucaksız denizi nereye koysanız harika bir üçlü oluyor. Yani zevkli ve hoş bir gün geçirmek için ideal bir destinasyon. Tabii parayı gözden çıkarırsanız fiyatları çok yüksek, iki Michelin yıldızlı restoran La Chevre d'or sizi bekliyor ama turistlerin dediği gibi, faturaya kalbiniz dayanmayabilir =D.
Köyün özelliği, abartılı fiyatlara sahip sanat galerileri ve kıyıya köşeye saklanmış, acayip sevimli gurme restoranlar. Size tavsiyemiz, Eze Köyü'nde bir tur atmanız, kahve içmeniz ve yemek için kendinizi Cap Ferrat'daki minik pizzacıya saklamanız. Biz yağmurlu bir günde Eze'deydik ve sonbaharın renkleri bu köye acayip yakışmıştı. Her köşede resim çekmekten kendimizi alamadık.
Eze'nin en popüler şeylerinden biri de Nietzsche'nin Yolu. Eze'den deniz kenarına inen bir keçi yolu diyebileceğimiz bu yol, sözüm ona Nietzsche'nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt" eserini yazdığı sıralarda her gün yürüyüşe çıktığı yermiş. Biz de bu yolu kullanarak aşağı inecektik ama yağmurlu havalarda tehlikeli oluyormuş, o yüzden çok zorlamadan otobüsü kullandık. 83 Numara, sizi buradan deniz kenarına indirecektir. Siz de bu yolu yürüyecekseniz sağlam bir yürüyüş ayakkabısı giyin deriz.
Eğer tüm turistik pakedi yapmak isterseniz, bir de tepede Jardin Exotique var ama girişi oldukça pahalı. Bizse köyün içerisinde cici bir kafede kahve içerek dinlenmeyi ve manzaranın keyfini oradan çıkarmayı tercih ettik. Zaten biz check list şeklinde değil de aylakça gezmeyi sevdiğimizden, genel halimiz kahve içip manzarayı ve gelen geçeni izlemek oluyor =). Kahvemiz tam sevdiğimiz gibi sert ve tam dozundaydı, fiyatı ise 3 Euro.
Nice'ten Eze'ye gitmek için, Nice'in Vauban otobüs durağından 82 no'lu otobüse binmeniz yeterli. Kişibaşı fiyat 1,50 Euro ama daha önce bahsettiğimiz gibi bir tourist information noktasından toplu bilet satın alırsanız 10 bilet 10 Euro'ya geliyor.
SAINT JEAN CAP FERRAT
Eze'de yarım gün geçirdikten sonra 83 No'lu otobüse binerek deniz kenarına indik ve bir marina görünce de kendimi otobüsten attık. Meğerse burası, Cote d'Azur'un en güzel deniz kıyısı yürüyüş yolunun başladığı nokta olan Beaulieu Marinası'ymıs. Burada da birkaç fotoğraf çektik ve sonradan öğrendik ki, görünürde hiçbir özelliği olmayan bu sahil kasabası, bütün Fransız Rivierası'nın en mükemmel mikro klimasına sahipmiş. Zamanında Eiffel ve Gordon Bennett bile hep buraya tatile gelirmiş.
Biz de, artık otobüsten indik biraz yürüyelim bari diyerek kendimizi deniz kenarına atınca, sadece yayalara ayrılmış, deniz boyunca ilerleyen Promenade Maurice Rouvier isimli güzergahı keşfettik. Ve burası tüm seyahatimizin en sevdiğimiz kısmı oldu. Hava serin ve yağmurlu olmasına rağmen denizin rengine ve kokusuna hayran kaldık. Bir banka tüneyip oradaki evlerden birinin bizim olduğunu bile hayal ettik. Meğerse o eve bayılanlar bir biz değilmişiz, 1880'lerde yapılan bu şahane ev Önce Charlie Chaplin'e, sonrasında ise ünlü Hollywood aktörü David Niven'a ait olmuş. Kim bilir, belki bir gün bizim olur =).
Bu 1.8 kilometrelik kolay ama büyüleyici parkuru bitirdikten sonra Saint Jean Cap Ferrat'a varıyorsunuz ama önemli olan vardığınız nokta değil, yolculuğun kendisiydi lafını burada gerçek anlamında kullanabilirsiniz. Cap Ferrat da, yine marinası olan alışılmış bir tatil kasabası.
Marinadaki ve köy meydanındaki birkaç restoran ve kafe açıktı. Bizse, yol üzerinde fark ettiğimiz minik pizza büfesini tercih ettik. Little Italy Pizzerria ismindeki bu büfenin yavaş ve rahat çalışan sahibinden zaten güzel bir pizza yiyeceğimizi anlamıştık. 10 Euro'ya aldığımız Sicily Pizza akışkan peyniri ve lezzetli cherry domatesleriyle, marinaya nazır yemyeşil bir çardağın altında muhteşem bir ziyafete dönüştü.
VILLEFRANCHE
Buralara kadar gelmişken, Saint Jean Cap Ferrat'da masalsı bir otobüs durağında 10 dakika bekleyerek, 100 Numaralı Nice'e giden otobüse bindik ve yolumuz üzerindeki Villefranche'ı da es geçmedik. Ancak biraz sezon dışı olması ve akşama yaklaşıyor olmamız, burada sadece 1 saat geçirmemize sebep oldu.
Yine harika bir marinası ve renk renk tipik apartmanlarıyla çok güzel bir sahil kasabası olan Villefranche, tarihi merkezin ara sokaklarına girdiğinizde tam bir orta çağ kenti. Bazı sokak daracık ve gerçek anlamda binaların altından geçen tünellerden oluşuyor. Karanlık ve nemli tünellerde yanan antik sarı lambalar bana nedense Sefiller'den bir sahne gibi geldi.
Sahil kenarında da biraz yürüdükten sonra, iki kiremit rengi binanın arasından lacivert denizi ve tekneleri gördüğümüzde yine hayallere daldık, o sırada balkonda ailecek yemek yiyenlerin yerinde biz olsak nasıl bir hayatımız olurdu acaba? Bu arada Nice'in plajı çok taşlı olduğundan buradaki Marinieres Plajı yazın oldukça popülermiş. Bir de Fransız Rivierası'ndaki çoğu yerleşke gibi burada da bir orta çağ kalesi var ve manzaraları görmeye değer.
GRASSE
Cannes'dan araba ile günübirlik geldiğimiz Grasse, oldukça tepede kurulmuş bir köy ve Cote d'Azur parfüm endüstrisinin kalbi. Bize rehberlik eden Burcu ve eşi Grasse'ta bu kadar abartılanın ne olduğunu anlayamasalar da, ve evet aslında çok matah olmasa da biz Grasse'ı da sevdik. Özellikle köyün girişi diyebileceğimiz meydan/bahçeden görülen tepe manzaraları ve yine renk renk binalar palmiyelerle birleşince çok hoş bir atmosfer oluşturmuştu.
Graase'a geliyorsanız Fragonard, Molinard ve Galimard isimli ünlü parfümerileri görebilirsiniz. Biz hemen meydanın yanında bulunan Fragonard müzesini ve parfümerisini gezmeyi tercih ettik. Ayrıca güzel kokulu zeytinyağı sabunları da vardı ama biz Ege'li olduğumuzdan böyle ürünlere alışığız zaten.
Köyün tarihi sokakları da yürümek ve fotoğraf çekmek için harika. Ama bu deneyimi biraz daha ilginç bir hale getirmek isterseniz sarı petit train'i tercih edebilirsiniz. Ben ne kadar ısrar etsem de, petit train'in muhteşemliğini benim gördüğüm gibi göremeyen seyahat arkadaşlarım, yürümesi 20 dakika süren bir köy için kişi başı 10'ar Euro vermeyi reddettiler. Bu, fotoğraf çektirmeme engel değil tabii.
Bu arada, eğer buradan Digne'ye devam ederseniz mutlaka Route Napoleon'u kullanın, Avrupa'nın araba kullanması en keyifli yollarından biriymiş, aklınızda bulunsun. Biz Cannes'dan araba ile geldiğimizden, bu yolun sadece başını görebildik. Bu arada Cote d'Azur'da araba kullanıyorsanız mutlaka A8'e denk geleceksiniz, yanınızda bolca bozukluk bulundurmaya ve otoban gişelerinde nakit para ödenen gişeye girmeye dikkat edin, biz kendimizi birkaç kez yanlış gişede bulup trafiği katlettik.
SAINT PAUL DE VENCE
Bu köy, tüm Fransız Rivierası'nda gezdiğimiz en karakteristik köydü. Gülle oynayan yaşlı amcalar, muhteşem peyzaj manzaraları, zevkle düzenlenmiş bahçeler, pahalı ve zarif sanat galerileri, dar taş sokaklar ve tarihi çeşmeler, listeden hepsine tik atabilirsiniz. Yine tepeye kurulmuş bu köyü Cote d'Azur yapılacaklar listesinin başına koymanızı öneririz.
Biz buraya, yine Cannes'dan araç ile geldik. Köye araba giremiyor ama girişinde büyükçe bir otopark mevcut. Şans eseri denk geldi ama biz Pazar günü gitmiştik ve Pazarları bu otopark ücretsizmiş. Köyün girişinde dünyaca ünlü, yine Michelin yıldızlı La Colombe d'Or sizi karşılıyor. Bir kahve olsun içelim diye niyet etmiştik bu sefer ama maalesef restoran kısmı kapalıydı. 20. yüzyılda, Matisse, Picasso ve Marc Chagall gibi ressamlar burada yemek yerlermiş.
La Colombe d'Or kapalı olunca biz de hemen onun karşısındaki yüksek tavanlı, mermer barlı Cafe de la Place'a oturduk ve dışarıda yağan yağmurun altında müzik yapan bandoyu seyrederken sıcak bir kahve içtik. İçerisinin ambiyansına bayıldık, size de mutlaka burada oturup meydanı izlemeyi tavsiye ediyoruz.
Kahvemizi bitirdikten sonra köye giriş yaptık ve dar taş sokaklarında yağmurdan korunarak yürümeye ve sanat galerilerinin vitrinlerine bakmaya başladık. Sonbahar yine harikalar yaratmış, kırmızı yaprakların süslediği taş duvarlar bir film stüdyosuna dönmüştü. Rue Grande'yi takip ederseniz zaten görülecek her şeyi görürsünüz ve köyü baştan başa yürümüş olursunuz. İsminin aksine son derece dar olan bu caddeyi yüksek sezonda hayal edemiyoruz.
Rue Grande bitince şehir duvarlarından aşağıya bakıp, selvilerle dolu o muhteşem Cote d'Azur tepelerine hayran kalabilirsiniz. Hemen köyün bittiği yerdeki şehir duvarını, Porte de Nice kapısından geçerek aşarsanız romantik bir mezarlıkla karşılaşacaksınız. Yağmurlu bir günde Chagall'ın mezarına bir gül koyarsınız belki.
Mezarlığı da gördükten sonra aynı yoldan tekrar geri dönebilirsiniz veya bu kez şehir duvarının dışından dolaşan dar arnavut kaldırımdan tekrar köyün girişine gidebilirsiniz. Bu yolun güzel tarafı, aşağıdaki muhteşem doğayı ve peyzajı izleyerek yürüyebilmeniz.
ANTIBES
Antibes, Cannes'dan Monaco'ya giderken tesadüfen beğenip arabayı park ettiğimiz çok tatlı bir sahil kenti. Burayı o kadar beğendik ki, daha sonra tekrar geldik. Sahildeki yürüyüş yolu, masmavi deniz ve güneşle birlikte huzur dolu bir aktiviteye dönüşüyor. Biz de bakkaldan aldığımız taze baget, Fransız peynirleri ve jambonla küçük bir piknik yaptık burada.
Picasso da hayatının bir döneminde burada yaşamış ve o zaman yaşadığı ev şimdi müzeye dönüştürülmüş. İginiz varsa kaçırmayın. Bizse, sahil kenarındaki sur duvarları boyunca yürüyerek tarihi şehir merkezine geçtik ve Pazartesileri hariç her sabah taze yiyecekler satan Marche Provençal'a uğradık. Cuma geceleri bu pazardaki bir sabun dükkanının bodrum katında Absinthe Bar La Balade ismindeki barda piyano eşliğinde 4 Euro'ya Absinthe içebiliyorsunuz.
Eğer yazın gelirseniz buradaki halk plajları da çok revaçtaymış. Biz Ekim ayında orada olduğumuzdan yüzmedik ama suyun rengi harikaydı. Eski şehrin ara sokaklarında da bir kahve içtikten sonra yolumuza devam ettik. Siz de Cote d'Azur'u gezerken mutlaka buradan geçeceksiniz, o yüzden bir saatliğine de olsa sahil boyunda zaman geçirmenizi mutlaka öneriyoruz.