Bizi takip edenlerin bildiği üzere seyahati çok sevdiğimiz gibi, yabancı bir ülkeyi oranın yerlisi gibi yaşamak için de planlar yapıyoruz. Bunun en yeni örneği olarak da Erasmus stajı kapsamında güzel Yunan adası Samos'un şirin kasabası Karlovasi'de 2 ay geçireceğiz.
Burası bir haftada da olsa bizi kendisine aşık edebilmeyi başaran bir yer oldu. Çok katlı yapıların olmaması, deniz kenarındaki arazilerde bile hala tarım yapılıyor olması, dallarını kırarcasına meyve basmış ağaçları ve denizin yabani otlarla karışan kokusu ile Karlovasi bana 20 yıl önceki Zeytinalan veya Kalabak'ı hatırlatırken, küçük meydanı ve heyecanlı insanlarıyla ise Vathi, 20 yıl önceki Çeşme'yi hatırlattı. Nüfus bakımından küçük boy bir Avrupa ülkesi ile yarışan İzmir, kaçınılmaz bir şekilde değişir ve dönüşürken, eskiyi özleyen bizler ise Karlovasi'de mutlu mesut yaşamaya başladık :)
Bu arada tabii ki bütün evler harika bir durumda değil.
Turizmin bir çok aile beslediği Samos'ta, Karlovasi de bundan payını almış. Bir çok restoran ve kafe ile hem gece hem de gündüz sizi ağırlamak için bekliyorlar. Açıkçası Türklerin baskınına da çok hazırlar, çoğunda Türkçe menü bile var. Zaten burası üniversite şehri olduğu için her keseye ve zevke göre bir yer bulabilmeniz mümkün.
Geldiğimizin 3. günü meğerse Hristiyanlar için çok önemli bir günmüş. Bir kutlama bir kutlama, bandolar mı yoktu, asılan bayraklar mı. Her yer tütsü kokularıyla kaplanmıştı. Biz de buna kayıtsız kalamadık ve evimizden yakın görünen bir tepeye kurulmuş olan Agia Triada kilisesine tırmandık.
Ne demiştik, bir "ada'dayız" Yani dört yanımız denizlerle kaplı. Evimizden yarım saatlik rahat bir yürüyüşten sonra önce çam ağaçları içindeki bu kilise ile karşılaştık. Biraz tepede kalan bu kilise Potami plajına kuşbakışı bakıyor.