Ökse otunun peşİnde
Her şey Mövenpick Hotel İzmir'in bizi de davet ettiği Hint Yemekleri Festivali'nde tanıştığımız İzmir'in diğer gezi ve yemek bloggerları ile başladı. Birbirini çok seven ekip bir sonraki geziyi hemen programladı ve kendimizi birden bu harika gezinin içinde bulduk. Bazı insanlar şanslıdır derler ama açıkçası ben buna katılmıyorum, daha çok "insanlar şanslarını yaratır" tarafındayım. Böyle bir gezi ile şans yaratma ne alaka diyebilirsiniz ama yaşadığı coğrafya neredeyse on bin yıldır türlü medeniyetlere ev sahipliği yapmış biri olarak, gezip keşfetmek yerine saatlerce yeni açılan AVM'lerin yarattığı trafikte sıkışıp, karanlık binalar içinde tıkılmayı anlayamıyorum. Sonuç olarak 2015'in son ayında, ayın altısında bir Pazar günü atladık otobüse vurduk yollara. Kimler mi yoktu; Gurmecanlar, Gezgin Kereviz, Sosyal Yiyiciler, Yiyom, Kaybolan Lezzetler ve Sevda Yollarda. Çok değerli bir başka misafirimiz de İzmir Turist Rehberleri Odası Başkan Yardımcısı Serdar Çelenk Beydi. İşte karşınızda Ökse otunun peşinde bir Pazar günü :)
Alsancak Dostlar Fırını
Günümüz sabah 9:30 gibi İzmir'in en eski fırınlarından biri olan ve hala aktif olarak üretime devam eden Alsancak Dostlar Fırını'nın Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinde açtığı kafe - fırında başladı. 67 yıllık deneyimin elinden çıkan boyozların enginarlısından ıspanaklısına, tahinlisinden çikolatalısına kadar türlü türlüsünü yumurta-peynir-çay üçlüsüyle midemize indirdik. Her ne kadar sosyal medyada çok yemekle suçlansak da kendimizi Karacasu'daki Dandalos Otel'in yerel yemeklerine ve Aydın - Bozdoğan'da yiyeceğimiz manda kaymaklı pideye sakladık. :)
Karacasu Dandalos Otel
Bu hafif kahvaltıdan sonra biraz dedikodu yaparak, biraz uyuklayarak biraz da Serdar Bey'in yol boyunca geçtiğimiz antik kentler hakkında verdiği çok önemli bilgileri dinleyerek, yemyeşil yolların arasından Karacasu'ya vardık. Burada bizi Dandalos Otel'in diğer adıyla Küpelioğlu Konağı'nın sahibi sevgili Profesör Doktor Ali Küpelioğlu karşıladı. Konak koruma altında bir bina ve aslına sadık kalınarak restore edilerek otele dönüştürülmüş. Ali Bey'e göre çok da önemli bir boşluğu doldurmuş zira Aphrodisias Antik Kenti özellikle yaz aylarında ciddi ziyaretçi alıyormuş ve çevrede insanların konaklayabilecekleri çok fazla da yer yokmuş. Köyde Osmanlı zamanından kalmış 30'a yakın ev de koruma altına alınmış, inşallah bir gün bunlar da restore edilir ve ev ya da otel olarak hayata katılırlar.
Gelelim burada yediğimiz harika lezzetlere. Az önce de söylediğim gibi kendimizi aslen Bozdoğan'da yapacağımız finale sakladığımız için burada da hafif yedik. Masamızda çok güzel lezzetler vardı; iki tanesini de ilk defa burada tatma imkanı bulduK. Bunlardan biri bol sarımsaklı ve ekşili tadıyla çok lezzetli olan mantar turşusuyken diğeri de bence masadaki en lezzetli şeylerden biri olan isli yoğurttu. Yoğurdun mayalanmadan önce kaynatılarak dibinin tutturulması ile bu lezzet elde ediliyormuş. Sıcak olarak ise biberli mercimek çorbası ve Karacasu'ya has patlıcanlardan yapılmış patlıcan dolması yedik. Her şey çok lezzetliydi ve açıkçası sevgi ile yapıldıkları belliydi. Karacasulu'ların bir şansları da çeşmelerinden akan Madran suyu. Bu su ile demlenen çayın tadı bir başka oluyormuş meğerse. Bu çayın yanına da Koçak Baklava'da alınmış harika baklavalarla ara final yaptık. (Gurmecan Mehmet Bey'e teşekkürlerimizle:)
Yaykın Zeytinlikleri
Meğerse Karacasu son yıllarda Ayvalık zeytinine rakip olmuş da haberimiz yokmuş. Türkiye'nin en iyi zeytinyağı meğer Yaykın Köyü'nden gelirmiş. Buranın halkı, tütüne gelen ekim kısıtlamasıyla zeytine yönelmiş. Yerel toprak sahiplerinin yanı sıra İstanbullu yatırımcılar da burada yatırım yapmış ve milyonlarca yeni zeytin ağacı dikmişler. Biz de Yaykın köyü civarındaki zeytinliklerde avare avare dolaştık, zeytin hasadını izledik ve zeytini sanki bir dostlarıymış da kırmamaya çalışırmış gibi özenle toplayan teyzelerle amcaları izledik. Bu mevsimde zeytin hasadı mı olurmuş demeyin, esas hasat Aralık ayında oluyormuş buralarda, dev zeytin tanelerini gördükçe biz de inanamadık.
Sıra Ökse Otunda
Karınlar doydu, çaylar baklavalar yendi geldi sıra günün anlam ve önemine, yani ökse otuna. Alaçatı Kuytu Hotel'in sahibi sevgili Celal Bey'in sayesinde tanıştık ökse otu ile. Dediğine göre, inanış bu ya, haftanın son gününde ve ayın altısında toplanmalıymış. Yani 6 Aralık 2015 Pazar! Nasıl da denk gelmiş değil mi? Yedi yılda bir olan bu sıralama bu sene bizim gezimizin de ana temasıydı açıkçası. Dünyada ne toprakta ne de suda yaşamayan tek bitki olan ökse otu, kuşların dışkıları ile ağaçlara yerleşen bir parazit aslında. Özellikle elma ağaçlarını sevse de armut, söğüt, kavak veya meşe ağacında da görmek mümkün. Ağaçlar yapraklarını dökse de ökse otu dökmediği için bizimkisi gibi acemi gözler onu böyle daha kolay ayırıyor.(Celal Bey'i tenzih ederim :)
Özellikle Antik Yunan ve Roma mitolojisi kaynaklı hikayelerle bilinse de aslında İskandinav ve Kelt mitolojisi ve hatta Hristiyanlık için çok önemli bir sembol. Kırmızı kurdelelerle Noel zamanı kapılara asılan işte bu ot, ama bizim çiçekçilerde satılanlarla karıştırmayın zira onlar alelade otlar. Hikayeye göre, İskandinav Tanrısı Odin'in karısı Frigga, çok sevdiği oğlu Balder'in ölümsüz olması için suda, karada ve havada yaşayan tüm canlılara Balder'e zarar vermeyeceğine dair söz verdirir. Gel gelelim, ökse otunu gözden kaçırdığını fark eden Loki, bu ottan bir ok yapıp Balder'i öldürmeyi becerir. Frigga, o kadar çok ağlar, oğlunun dirilmesi için o kadar yalvarır ki, ökse otunda göz yaşlarının düştüğü yerlerde küçük çiçekler açar ve oğlu hayata döner. Bunun üzerine Frigga, sevincinden ökse otunun altında tüm canlıları tek tek öper. İşte o gün bugündür, ökse otu şans, mutluluk ve uğurla bağdaştırılır, altında öpüşmek de gelenek olmuştur. Biz de Celal Bey'in ağaç tepelerinden topladığı ökse otlarımızı bagaja attık ve yolumuza devam ettik.
Bozdoğan'daki Mikado Pide'ye doğru yol alırken Kemer Baraj Gölü'nün de yanından geçiyorduk. Bu masal gibi gezimize harika bir de günbatımı ekleyelim dedik. İndik aracımızdan ve tabii ki manzarayı fotoğraflarken güneşi uğurladık.
Mikado Pide
Sıra geldi günün en beklenen anına; yani Mikado Pide'ye. Burası Aydın'ın Bozdoğan ilçesinde bulunan bir lezzet mabedi. O kadar acıkmıştık ki siparişimizi yoldan telefonla verdik. İşletmeye geldiğimizde masamız hazır, tuzlu ayranlarımız ve salatalarımız bizi bekliyordu. İşletmenin sahibi Ahmet Bey ise 1986'dan beri olduğu gibi yine işinin başında, misafirlerini karşılıyordu. Hemen masamıza kurulduk ve yıllardır hamura hayat veren o usta ellerden çıkacak pidelerimiz beklemeye başladık. Tabii ki bir yarımız ocağın ve ustaların fotoğrafını çekerken diğerleri ayranın ve salatanın filan fotoğrafını çekiyordu. Biz önden birer Nazilli gülü alıp, devamında kuşbaşılı kaşarlı, pastırmalı yumurtalı, peynirli manda kaymaklı ve tahinli pideleri denedik. Favorimiz kuşbaşılı kaşarlı oldu.
Yaklaşık 20 kişilik bir blogger kafilesini dışarıdan izlemek çok ilginç olmalı keza yemeden onlarca resim çeken, güzel resim için yerlere yatmaktan çekinmeyen bir grup dışarıdan komik görünüyor olmalı. İşte bu güzel resimler size kadar ne zorluklarla geliyor artık biliyorsunuz. Ne zor şartlar altında çalışıyoruz :)