Maasai Mara

Nairobi'de 1 gece kaldıktan sonra ertesi sabah, sonraki günlerde defalarca hayranlık duyacağım safari aracımız ve sevgili şoförümüz Jimmy bizi kaldığımız hostelden almaya geldiler. Tabi aşçımızı da unutmamak gerek, orada safari turuna çıkarken, tur tarafından yanınıza bir de aşçı veriliyor. Nairobi'de merkezi sayılabilicek bir yerde bulunan Milimani Backpackers, daha çok genç beyaz turistlerin kaldığı, ekonomik, güvenilir fakat bir o kadar da suratsız çalışanların olduğu bir hostel. Her neyse, sabah yedide eşyalarımız yüklenmiş, shillingler döviz bürosundan alınmış, Nairobi belediye binasının altında bulunan pazar yerindeki tuvaletleri kullanıp ilk şokumuzu yaşamış olarak yola koyulmuştuk.
Jimmy, Kikuyu kabilesinden olduğu için arabamızda Kikuyu gospelleri dinleyerek, insanların sözde şehirlerde nasıl yaşadıklarını izleyerek giderken, öğlen yemeği yemek üzere bir ufak yol lokantasında durduk. O zamanlar, sonrasında neredeyse her gün aynı yemeği yiyeceğimizden habersiz olarak, pilav, tavuk, haşlanmış marulumsu bir yeşillik ve chapatti' yi ilgiyle sindirdik. Chapatti, bizim gözlemeye benzeyen, su ve unla yapılan sade bir hamur, her öğünde tüketiliyor. Aslında, bence lezzetliydi de. Yemekten kalktıktan yaklaşık yarım saat sonra, Afrika'da hiçbir şeyin beklediğiniz gibi gitmeyebileceğinin ilk kanıtını yaşadık, ve Maasai Mara'ya kalan 90 km boyunca bir asfalt olmadığını fark ettik, yağmurlu havada bu çamurlu yolda hoplayarak, yer yer devrileceğimizi düşünerek ilerledik ve Maasai Mara'nin hemen çıkışında bulunan kamp alanımıza vardık. Eşyalarımızı çadırlara attığımız gibi, safari sürüşüne çıktık.
Jimmy, Kikuyu kabilesinden olduğu için arabamızda Kikuyu gospelleri dinleyerek, insanların sözde şehirlerde nasıl yaşadıklarını izleyerek giderken, öğlen yemeği yemek üzere bir ufak yol lokantasında durduk. O zamanlar, sonrasında neredeyse her gün aynı yemeği yiyeceğimizden habersiz olarak, pilav, tavuk, haşlanmış marulumsu bir yeşillik ve chapatti' yi ilgiyle sindirdik. Chapatti, bizim gözlemeye benzeyen, su ve unla yapılan sade bir hamur, her öğünde tüketiliyor. Aslında, bence lezzetliydi de. Yemekten kalktıktan yaklaşık yarım saat sonra, Afrika'da hiçbir şeyin beklediğiniz gibi gitmeyebileceğinin ilk kanıtını yaşadık, ve Maasai Mara'ya kalan 90 km boyunca bir asfalt olmadığını fark ettik, yağmurlu havada bu çamurlu yolda hoplayarak, yer yer devrileceğimizi düşünerek ilerledik ve Maasai Mara'nin hemen çıkışında bulunan kamp alanımıza vardık. Eşyalarımızı çadırlara attığımız gibi, safari sürüşüne çıktık.
Maasai Mara, Nairobi'den yaklaşık 250 km uzaklıkta bulunan çok büyük bir rezerv ve Kenya'nın güneybatısında bulunuyor. Aslında, 1500 km2 genişliğindeki Maasai Mara, 25000 km2'lik bir alana yayılan Mara-Serengeti ekosisteminin Kenya içerisinde kalan kuzey kısmını oluşturuyor. Bu ekosistemin kalan kısmı Tanzanya içerisinde bulunuyor.
Yerliler, yani Maasai'lerin deyimiyle Mara, benekli anlamına geliyor, uzaktan bakınca ağaçların, bulutların ve savanların birer benek gibi görünmesine atıfta bulunarak, oralarda yaşayan Maasailer, bu parka bu ismi vermiş. Mara, çok sayıda hayvan türüne ev sahipliği yapmakla beraber en çok kedi türleri ile ünlü. Bütün bu viki kısmını geçip bizim deneyimlerimize kulak verecek olursak, sanki dünyanın kalanından kopmuş gibi oluyorsunuz. Birden, oradaki hayvanları, doğanın kendi halinde sadece varoluşunu izlerken, işlerin güçlerin, su faturasının, beğendiğiniz koltuk takımının filan bambaşka bir gerçekliğe ait olduğunu fark edip hemen o dakika bu kavramları kafanızdan atıyorsunuz.
Yerliler, yani Maasai'lerin deyimiyle Mara, benekli anlamına geliyor, uzaktan bakınca ağaçların, bulutların ve savanların birer benek gibi görünmesine atıfta bulunarak, oralarda yaşayan Maasailer, bu parka bu ismi vermiş. Mara, çok sayıda hayvan türüne ev sahipliği yapmakla beraber en çok kedi türleri ile ünlü. Bütün bu viki kısmını geçip bizim deneyimlerimize kulak verecek olursak, sanki dünyanın kalanından kopmuş gibi oluyorsunuz. Birden, oradaki hayvanları, doğanın kendi halinde sadece varoluşunu izlerken, işlerin güçlerin, su faturasının, beğendiğiniz koltuk takımının filan bambaşka bir gerçekliğe ait olduğunu fark edip hemen o dakika bu kavramları kafanızdan atıyorsunuz.
Bu parka 3 gün boyunca her gün geldik, ve her seferinde çok keyif aldık. Bir kere, Kenya'ya geliyorsanız, tamamlamanız gereken bir "Big Five" (Büyük Beşli)'nız var; aslan, buffalo, leopar, fil ve gergedan. Bu hayvanlar, avlanma zorluğuna göre seçilmiş fakat bizim açımızdan görmesi en zor olan leopardı. Parka girer girmez gördüğümüz gazeller ve zebralar her seferinde renk ve zarafet olarak bizi çarpsa da bir süre sonra sanki sizden biri gibi oluyorlar, çünkü o kadar çoklar ki. Bu arada zebraların, çocuklarını çizgilerinden tanıdığını ve bu çizgilerin klima etkisi yarattığını ekleyelim.
Yanlış saymadıysak 13 tane aslan gördük. En etkileyici sahne ise, bir aslanın hemen araba patikasının yanında bir buffalo yemesi oldu. O kadar karizmatikti ki, ormanlar kralı olmayı sonuna kadar hak ediyor, tabi aslında avlananların dişi aslanlar olduğunu öğrendiğimizde biraz karizması çizildi ama yine de rakipsiz. Bu arada, aslan buffalosunu yerken, akbabalar gerçekten biraz ötede saygıyla ve olanca temkinlilikleriyle sıralarını beklediler, zavallı çakallar da, heyecanla koşuşturup durdular. Bunları böyle anlatınca, herkes "ayy ne korkunç, ya saldırsaydı?" filan diyor ama görünce anlıyorsunuz zaten, o hayvanların sizle işi hiç yok, hele ki aslan, yerinden bile kalkmaya üşenen bir hayvan. Arabadan çıkmak da kesinlikle yasak, sadece filler için "sizi görürse saldırabilir" dediler, o yüzden filleri hep uzaktan seyrettik. Hepimiz küçüklüğümüzde hayvanat bahçelerinde fil görmüşüzdür ama orda uçsuz bucaksız savanda görünce, ölçeği anlayabiliyoruz, yanındaki zebranın en az 5 katı olduğu gerçeği biraz ürkütücü.
Leoparı sadece 2 kez neredeyse siluet olarak, avladığı impala geyiğini ağaca çıkarmaya çalışırken ve uzakta bebekleriyle belli belirsiz oynaşırken gözlemleyebildik ama bu bile çok şansmış. Bunun yanısıra büyük beşlideki buffalolar sürüler halinde dolaşıyorlar, ve genel olarak hepsinin tepesinde veya yakınlarında küçük bir kuş dolanıyor, buffalo zaten komik bir hayvan, bir de kuşu olunca, şahdın şahbaz oldun diyesi geliyor insanın.
Tabii, bir de zürafa gerçeği var. Zürafalar, bence parkın en sevimlileriydi, kendi postürlerinin farkında değiller, sizi görünce biraz flörtöz bir edayla en yakın çalının arkasına geçiveriyor ve saklandığını sanıyor, sanki rimelli kirpikleri de cabası. Wildebeest denen, Türkçe'ye Afrika antilobu diye geçen hayvanlar ise renk konusunda bizi büyülediler. Onun dışında, nedense bana hep Muppet Show'daki huysuz ihtiyarları hatırlattılar, herhalde keçiye benzeyen dış görünümlerinden olacak. Bunlar da sürü halinde dolaşıyorlardı. Benim şahsi favorim ise zebralar, ne olursa olsun o renkleri ile büyüleyiciler. Ayrıca öğrendik ki, çok zekilermiş, büyük göç sırasında, geçilen nehrin kıyısına kadar diğer hayvanlarla beraber gelip, tam kıyıda durup, diğerlerinin geçmesini bekleyip, bütün hezimet bitince geçmeyi tercih ediyorlarmış. Bu arada, bu nehiri de gördük, kıyısında çamurlar içinde kamufle olmuş timsahı algılayabilmemiz 10 dakika sürdü. Hippopotam aileleri de suyun içinde oldukça komiklerdi fakat aslında tehlikeliymişler. Biz eylül sonunda oradaydık, 1-2 hafta içinde büyük göç gerçekleşecekti fakat biz göremedik.
Tabii, bir de zürafa gerçeği var. Zürafalar, bence parkın en sevimlileriydi, kendi postürlerinin farkında değiller, sizi görünce biraz flörtöz bir edayla en yakın çalının arkasına geçiveriyor ve saklandığını sanıyor, sanki rimelli kirpikleri de cabası. Wildebeest denen, Türkçe'ye Afrika antilobu diye geçen hayvanlar ise renk konusunda bizi büyülediler. Onun dışında, nedense bana hep Muppet Show'daki huysuz ihtiyarları hatırlattılar, herhalde keçiye benzeyen dış görünümlerinden olacak. Bunlar da sürü halinde dolaşıyorlardı. Benim şahsi favorim ise zebralar, ne olursa olsun o renkleri ile büyüleyiciler. Ayrıca öğrendik ki, çok zekilermiş, büyük göç sırasında, geçilen nehrin kıyısına kadar diğer hayvanlarla beraber gelip, tam kıyıda durup, diğerlerinin geçmesini bekleyip, bütün hezimet bitince geçmeyi tercih ediyorlarmış. Bu arada, bu nehiri de gördük, kıyısında çamurlar içinde kamufle olmuş timsahı algılayabilmemiz 10 dakika sürdü. Hippopotam aileleri de suyun içinde oldukça komiklerdi fakat aslında tehlikeliymişler. Biz eylül sonunda oradaydık, 1-2 hafta içinde büyük göç gerçekleşecekti fakat biz göremedik.

Maasai Mara'da kaldığımız kamp da ilginçti, bir su basmanı üzerine kurulan çadır, koşullara göre oldukça komforluydu, içeride tuvaleti, banyosu ve karyolaları vardı. Çadırın aynı zamanda, bir de palmiye yaprakları ile kaplanmış, ağaç dallarından örülmüş bir çatısı mevcuttu.
Bu bölgede, ayrıca Maasai köyleri de bulunuyor, bir tanesini ziyaret ettik ama onu başka bir yazıda anlatacağız. Maasai Mara'yı ziyaret ettikten sonra, neden hep belgesellerde gördüğümüz hayvanların o renk olduğunu, savan düzlüğünde nasıl da kamufle olabildiklerini, ışığın ve renklerin harikalığını fark ediyorsunuz. Aslında tek cümle ile özetleyecek olursak, Maasai Mara'yı deneyimlemek dünyanın kendini size hatırlatması olarak tanımlanabilir.
Buradan sonra ise yine yollara döküldük ve batıya doğru hareket ederek, Lake Naiwasha'ya yelken açtık.
Bu bölgede, ayrıca Maasai köyleri de bulunuyor, bir tanesini ziyaret ettik ama onu başka bir yazıda anlatacağız. Maasai Mara'yı ziyaret ettikten sonra, neden hep belgesellerde gördüğümüz hayvanların o renk olduğunu, savan düzlüğünde nasıl da kamufle olabildiklerini, ışığın ve renklerin harikalığını fark ediyorsunuz. Aslında tek cümle ile özetleyecek olursak, Maasai Mara'yı deneyimlemek dünyanın kendini size hatırlatması olarak tanımlanabilir.
Buradan sonra ise yine yollara döküldük ve batıya doğru hareket ederek, Lake Naiwasha'ya yelken açtık.