AMERİKA VİZEM YANIMDA OLMADAN AMERİKA'YA NASIL GİRDİM?
Mayıs sonundaki düğünümüzden hemen sonra sevgili kız kardeşimin mezuniyeti için ailecek bir Kanada gezisi ayarlamıştık. Boş durur muyuz, hazır o kadar yol yapmışken tabii ki araya bir de New York sıkıştırırız dedik. Gökay’ın, benim ve kardeşimin vizelerimiz zaten vardı, annemle babama da geziden birkaç ay önce kolayca Amerika vizesi almıştık.
İzmir - Montreal uçak bileti çok uygun fiyata turna.com sitesinden alınmış, rotamız üzerindeki bütün otel rezervasyonlarımız ayarlanmış, hatta arabamız bile kiralanmıştı. Aslında oldukça kolay bir düğün süreci geçirmemize rağmen, üzerimizden büyük bir yük kalkmıştı ve düğünden bir hafta sonra çıkacağımız bu Kanada ve Amerika gezisi bize ilaç gibi gelecekti.
Nitekim, 3 Haziran 2017 sabahı bavullarımızı alıp kapıyı çektik ve hiçbir sorun yaşamadan Londra aktarmalı olarak rahat rahat Montreal’e vardık. Sorun yaşamadan dedik ama Montreal Havaalanı’nda babamın bavulunun kaybolduğunu fark ettik ve büyük bir gerginlik yaşandı ama bunu detaylı olarak Montreal yazımızda paylaşacağız. 5 gece uzun uzun kalıp bahardan kışa her mevsimi yaşadığımız Montreal gezimiz çok tatlı geçti. Oh, ne güzel her şey planlı derken 4. gecenin sonlarına doğru birden başımdan aşağı kaynar sular döküldü ve Amerika vizemin içinde olduğu eski pasaportumu evde unuttuğum gerçeğini hatırlayıverdim. Uçuştan önceki gün, bavulumu hazırlarken, uçak korkumdan ötürü biraz panik yapmıştım ve rahatlamak için yarım Xanax içmiştim. İşte ne olduysa bu ilacı aldıktan sonra oldu, normalde yarım saatte bavul hazırlayan ben 4-5 saatte tv izleye izleye bavulumu hazırlamış ve seyahatin en önemli şeylerinden birini, yani Amerikan vizemi evde unutmuştum!
N'ayır, n'olamaz derken aklıma İzmir’deki çok sevgili kuzenim Sezin geldi. Hemen Sezin’i arayıp bizim eve gitmesini ve kapıcıdan anahtarı alarak pasaportumu bana DHL ile göndermesini rica ettim. O da sağ olsun, işi gücü bırakıp benim imdadıma yetişti ve kapıcımızın tüm direnişine rağmen evimize girip eski pasaportumu çekmecemden alarak bana DHL express servisiyle yolladı. Biz de bir gün içinde Montreal’den Toronto’ya yola çıkacağımız için, postayı kardeşimin Toronto’da yaşayan bir arkadaşına yollattık.
Oh, ne kadar rahattım, korkunç bir hata yapmıştım ama modern çağın imkanları sayesinde kendi kendine çekmecemde durup duran eski pasaportum taa İzmir’den Toronto’ya 2 gün içinde gelecekti. Nihayet gezimizin 6. gününde kiraladığımız arabamızı teslim alıp Montreal’den Toronto’ya karayolundan uzun bir seyir gerçekleştirerek vardık. Airbnb’den tuttuğumuz eve yerleştik ve gecenin ikisinde tek gözüm uyurken hazırladığımız sallama çayları TV karşısında yudumlarken birden zihnimde şimşekler çaktı. Pasaportun bana ulaşacağını tahmin ettiğimiz gün Cumartesi’ye denk geliyordu ve DHL çoğu ülkede Cumartesi’leri çalışmıyordu. Biz de Pazar günü karayolundan Niagara Şelalesi ABD Kanada Sınırı üzerinden Amerika'ya giriş yapacaktık.
Hemen elim telefona uzandı, DHL’in müşteri hizmetlerine ulaştım ve tahmin ettiğim gibi Cumartesi çalışmadıklarını, pasaportumun Toronto’ya gelmesi gerekirken Kentucky’de bir yerlerde nedeni belirsiz bir şekilde dolanıp durduğunu Hint aksanıyla konuşan bir görevliden güç bela öğrendim. Evet, DHL’e buradan ayrıca sevgilerimi iletiyorum ama o an için çok daha acil bir çözüme ihtiyacımız vardı.
Ne yapsam, kimi arasam diye düşünürken, durumumuzun ne kadar trajikomik olduğunu da düşünmeden edemiyordum. Yani, koskoca Amerika Birleşik Devletleri’ne, “Pardon, ben bi New York’a kadar gidip gelebilir miyim? Ha, bu arada ben Türk vatandaşıyım ve geçerli vizemin olduğu pasaportumu da evde unutmuşum” demem gerekiyordu. Böyle söyleyince bile komik gelen bir şeyi söyleyecek bir muhatap da bulamamıştım henüz zaten. Mantıklı düşünmeye başlayınca, durumumun o kadar da kötü olmadığına inanmak istiyordum, yani sonuçta Kasım 2018’e kadar geçerli bir Amerika vizem vardı, daha önce birkaç kez Amerika’ya gitmiştim. Kanada vizem de kapı gibi yanımdaydı, Türkiye dönüş biletim zaten Montreal’dendi ve çoktan satın alınmıştı. Üstüne üstlük, benim gibi bürokrasiye sık sık işi düşen birinin bilgisayarında tabii ki de geçmiş bütün vizelerinin resimleri vardı. Düşündüm taşındım, sınır kapısına mail atsam, belki üşenmezlerse, geçerli Amerika vizemi sistemden kontrol edip beni kapıdan geçirirler, hem yanımda kapı gibi ailem de var, bütün rezervasyonlarım da tam diye düşünerek bir çılgınlık yaptım ve https://www.cbp.gov/contact adresinden, tamamen şans eseri adını beğendiğim Rainbow Bridge sınır kapısının Amerika kısmına ümitsizce mail attım.
Tabii bu arada, evde bir hüzün, büyük ihtimalle sınır kapısında Propaganda filmindeki gibi vedalaşarak annemlerin New York’a, Gökay’la benimse Niagara Şelaleri bölgesinde bulunan rüküş kumarhane otellerine gidecek olduğumuz senaryosunun komik ağırlığı vardı. İşin ilginç tarafı, ortada hiçbir haber olmamasına rağmen babamın beni kapıdan geçireceklerine inancının tam olmasıydı. Ama ne bir telefon, ne bir e-mail gelmiyordu.
Pazar sabahı, Gökay ve ben ihtimallere göre iki ayrı bavul hazırlayarak, Toronto’dan sessiz sedasız ayrıldık ve hiç istifimizi bozmadan, Niagara Şelaleri’nin oradaki muhteşem Niagara On the Lake kasabasında milyon dolarlık malikanelere hayran hayran bakarak sokaklarda gezip, göl kenarında sosisli bile yedik. Yetmedi, Niagara Şelaleri’nde resim bile çekildik.
Rainbow Bridge sınır kapısına varmamıza yarım saat kala, son şans bir maillarıma bakayım dedim ve o da ne?! Rainbow Bridge sınır kapısı beni ciddiye almış, üstüne üstlük bana bir telefon numarası vererek aramamı rica etmişlerdi. Hemen kardeşimin Kanada telefonundan verilen numarayı aradım ve durumu görüştüm. Karşıdaki görevli son derece net bir İngilizce ile ve inanılmaz bir pozitiflikle 20 dakika bana açıklamada bulundu. Sonuç olarak, telefonda herhangi bir söz veya onay veremeyeceklerini, kapıya gitmemi ve orada tekrar durumumu gözden geçireceklerini söylüyordu. Yani Türkçesi, “Sen gel, bakarız” diyorlardı. Kulaklarıma inanamayarak yarım saat sonra orada olacağımızı söyledim. Tabii arabada bir bayram havası, babamın “Ben biliyordum zaten ya” diyerek attığı kahkahalar arasında yine de bir şüpheyle sınır kapısına vardık. Tabii belirtmeden geçmeyelim, yanımda ne olur ne olmaz diye, Montreal’den Türkiye’ye dönüş biletim, New York’da kalacağımız Airbnb’nin rezervasyon belgeleri ve eski pasaportumun fotokopilerinden oluşan bir dosya getirmiştim.
Kanada kapısından sadece pasaportumuzu göstererek 10 dakikada çıktıktan sonra Amerika giriş kapısının otoparkına park ettik. Arabamızı arayan bile olmadı. Belgelerle beraber üst kattaki gümrük ofisine girdik. Bekleme odasında 20-30 dakika bekledikten sonra, adımı anons ettiler ve tek başıma iç kısma geçtim. Belgelerimi alıp durumumu izah etmemi istediler. Ben de bir kez daha sözlü olarak olanları anlattım. Onlar da bu durumla ilgili bir form doldurmaları gerektiğini söyleyerek beklememi rica ettiler. Siz diyin 40 dakika, ben diyeyim 1 saat orada bekledim, gelen pasaportunu damgalatıp geçiyor, bense orada bekliyordum. Annemlerin endişeli bakışlarını da camdan görebiliyordum.
Tabii, daha önce hiç bu durumla karşılaşmamış olan gümrük görevlileri, gerçek bir Amerikan sitcom’u gibi karşımda dizilmiş üçü birden tek bir ekrana boş boş bakarken, beni arada bir çağırıyorlar, boyumu, kilomu, New York’da kalacağım sokağı filan tekrar tekrar soruyorlardı. Gerçekten çok komik ve pozitiftiler, arada da komiklik olsun diye, olur da beni kapıdan geçirmezlerse yeni evlendiğim kocamın benimle mi kalacağını, yoksa beni bırakıp New York’a mı gideceğini sorup gülüyorlardı. Böyle böyle formu doldurdular ve sıra print edip parmak izimi almaya geldi fakat tabii ki bütün Amerikan ofislerinde olduğu gibi durmaksızın kahve içenlerden biri kahvesini bilgisayar masasına döktü. Printer oracıkta bozuldu ve parmak izi makinesi de yanıt vermemeye başladı. Aksilikler peşimi bırakmıyordu ama çalışanlar o kadar eğleniyordu ki, beni içeri alacaklarına inanmaya başlamıştım.
Üzerimi bile aramadan beni içeri davet ederek başka bir bilgisayarda parmak izlerimi alıp fotoğrafımı çektikten sonra tekrar beklemeye başladım. Benimle ilgilenen yaşlıca memur nihayet beni çağırdı ve dedi ki, “Tamam, seni inandırıcı bulduk ve kapı vizeni veriyoruz. Ücreti de 585 Dolar.” Sevincim kursağımda kalmıştı, yani 3-4 gün New York’a gitmek için 585 Dolar çok gereksiz bir ücretti ve eğer durum böyleyse Kanada’da kalmayı tercih edeceğimi, 585 Dolar ödeyemeyeceğimi belirttim. Onlar da “Peki madem, bu seferlik almıyoruz, ama bir daha vizeni evde unutup gelirsen alırız, ona göre. Hadi aileni çağır” diyerek bir kez daha beni şaşırttılar, kulaklarıma inanamayarak Gökay’ı ve annemleri içeri çağırdım.
Bir saatten fazladır orada olduğum için artık arkadaş gibi olduğumuzdan kahkahalar eşliğinde işlemleri hallettiler. Hatta işlemleri yapan yaşlıca memur, Gökay’a ufak bir evlilik dersi vererek, vizemi evde unutmuş olmamın tek sorumlusunun ta kendisi olduğunu, bundan sonra benim bütün hatalarımın sorumlusunun da kendisi olacağını beyan etti. “Biz buradaki memurlar olarak uzun süredir evli adamlarız ve sana bunun ışığında kesin bilgi veriyoruz, bundan sonra böyle, eşinin bütün hataları senin yüzünden, bunu bil, buna göre yaşa” dediler. =D
Sonuç olarak kişi başı 6 Dolar ödeyerek Amerika’ya girişimizi onaylattık ve arabamızı olarak sınırdan geçtik. Hala, arabamızı nasıl oldu da aramadılar diye düşünüyorum. Bu arada ben hariç herkesin Amerika vizesi yanında olduğundan, onlara 6 ay Amerika’da kalma izni verilirken, benim pasaportuma ufak bir kağıt zımbaladılar ve sadece 6 günlük bir giriş izni verdiler. Fakat yine de vizem yanımda olmadığı halde Amerika’ya girebildiğime inanamıyorum. Her zaman, bürokrasinin ve bu tip işlemlerin insan için olduğunu ve sistemin insanlara yardımcı olması gerektiğini söylemişimdir. Benim durumumda da, dürüstçe yapılan bir beyanı düzgün bir şekilde inceleyen memurlar bana çok yardımcı oldular ve Rainbow Bridge dışındaki diğer iki Amerika sınır kapısından birini seçseydim büyük bir ihtimalle Amerika’ya bu şekilde giremeyeceğimi de eklemeyi unutmadılar.