Hong Kong, Asya'nın en çekici destinasyonlarından biri. Eminim bizim gibi her gezginin rüyalarını süslüyordur bu beton şehri. İngilizce'de Hong Kongcrete de denen minik ülke, havaalanından şehre giderken üzerinize gelmeye başlayıp sonra yavaş yavaş açılıyor önünüzde. Şaka bir yana, şu ana kadar gördüğümüz en hızlı yürüyen merdivenler bu şehirdeydi, birkaç kez düşme tehlikesi de geçirmedik değil ama Allah youtube'a düşürmesin. Sonu yokmuş gibi görünen cam ve çelik binaların arasında ciddi bir ışık seli gibi yaşayan şehir merkezinde, öyle bir deniz kokusu var ki insan nereye geldiğini şaşırıyor. 1997'ye kadar İngiliz mandasında kalan ülkede ister istemez her şey çok modern ve yer azlığından dolayı da biraz üst üste gelişmiş. Baraka filmindeki karşıdan karşıya geçme sahneleri gibi insanın başını döndürüyor, biz de o koca binaların arasında dolaşırken büyük metropolleri hiç özlemediğimizi anlıyoruz. Fakat, gözlerinizi gökten alabilir de sokaklara çevirirseniz, hala Hong Kong geleneksel kültürünün capcanlı yaşadığına tanık olabilirsiniz. Gerek minicik sulu mantı dükkanlarındaki amcalar, gerekse yerlere bir karton atıp da piknik yapanlar hemen burnunuzun dibinde. Ya çay evlerine ne demeli? İnsanı bavul kilosuyla mantığı arasında bırakan o güzelim porselen mini çay setleri tam delirmelik.
Hong Kong'ta en azından bir beş gün kalmak gerek, hatta aslında birkaç ay geçirmek daha bile iyi olabilir. Yapacak, gezecek, görecek çok yer var. Biz gittiğimiz birkaç yere hızımızı alamayıp bir daha gittik. Şimdi bir dumpling yemeden,çay seremonisine gitmeden, Hong Kong'u tepelerden izlemeden, plajlarında iki kulaç atmadan dönmek olmaz. Ayrıca Hong Kong'taki ünlü sokak pazarları da devasa büyüklükte, alışverişin hakkını verebilmek için neredeyse bir gün de onlara gerek. Ama 3 gün de olsa buraların havasını solumaya mutlaka gelin bizce, daha uzun kalabiliyorsanız da ne ala =).
Hong Kong'ta ulaşım en çok metroyla, bazen de otobüs, tramvay ve vapurla sağlanıyor. Biz havaalanına iner inmez hemen Octopus Card denilen ulaşım kartından aldık ve çok memnun kaldık. Çünkü hem indirimli, hem de her seferinde sıra beklemek yerine dıtlayıp geçiyorsunuz. Ayrıca, Octopus'unuz yoksa otobüslerde filan tam parayı vermek zorundasınız, yoksa para üstü alamıyorsunuz. Üstelik birçok markette de dokunmatik ödemenizi hiç beklemeden yapabiliyorsunuz bu kartla. Bir metro yolculuğu aşağı yukarı 5-10 Hong Kong Doları (HKD) tutuyor, karta da 50 veya 100 HKD yükleyebiliyorsunuz.
Hong Kong'un çok ilginç bir atmosferi var, sanki New York bir anda Asya'ya ışınlanmış gibi bir his. Fakat bir yandan da geleneksel hayatları çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Sanırım bunun en büyük sebeplerinden biri Hong Kong'tan geçen gezgin ve yolcu sayısının haddi hesabı olmaması. Gerçekten enternasyonel bir şehir/ülke, herkes kendi halinde ve kendinden bir şeyler katmış buraya. Tabii hal böyle olunca Asya'da dolaşıp durmakta olan Dang humması, Mers virüsü ve kuş gribi gibi hastalıklara karşı çok tepkililer. Her yer sürekli olarak dezenfekte ediliyor, sokaktaki insanların yarısı maskeli dolaşıyor ve ülkeye girerken bile termal kamera ile ateşiniz ölçülüyor. Hafiften paranoyaklaşmışlar ama haksız da sayılmazlar, siz de çok korunmasız kalmayın.
Hong Kong'un en şaşırtıcı yanlarından biri ise, birazcık şehir merkezinden çıkınca, yani şoyle 10 dakika filan, her yer yemyeşil oluveriyor, virajlı ve dik yemyeşil tepelerin ardından, pırıl pırıl bir deniz ve muhteşem bir günbatımı çıkıveriyor. Bu açıdan, şehirdeki ilk gün ile bu ülkeyi yargılamamak lazım, biraz civar noktalara gitmek, şöyle bir şehre uzaktan bakmanın keyfine varmak lazım. Bu arada havanın çok sıcak ve nemli olduğunu da aklınızdan çıkarmayın, bunca plaj varken, ilginç bir şekilde Hong Kong'un yerlileri bazen süs havuzlarında serinlemeye çalışıp, cadde kenarlarında piknik yapmayı tercih edebiliyorlar.
Hong Kong'te Nereler gezılir?
Central metro durağı, Hong Kong adasının en merkezi durağı sayılabilir. Bu bölgeye de zaten Central Mahallesi deniyor, genellikle yapacak şeyler alışveriş ve yemek ağırlıklı. Dilerseniz Victoria Harbour'dan buraya vapurla da geçebilirsiniz. Bu bölge, daha çok finans merkezi sayılıyor ve plazalarla dolu. Yalnız Hong Kong'ta binaların cepheleri çok iç açıcı olmasa da iyi başardıkları bir şey var, binaların giriş katlarını veya ilk birkaç katını çok güzel yeşillendirmişler. Betondan bir evrende yürürken ve 32 derecelik sıcak yaz rüzgarı yüzünüzü yalarken birden binalar arasında, saklanmış çok hoş bir havuza ve bitkilendirilmiş bina girişlerinden oluşan bir nefes alma alanına denk gelebilirsiniz. Aslında bu bölgedeki gökdelenler en güzel karşı kıyıdan görünüyor, altında yürürken çok bir şey anlamıyor insan.
Biz, Central metro durağından bir sonraki durak olan Sheung Wan'da inip Hollywood Caddesi boyunca geri yürümeyi tercih ettik. Çok sayıda bar, restoran ve butik dükkan olan caddeye bayıldık ama malesef aç değildik ve buradaki harika restoranları deneme fırsatımız olamadı. Bir de Central vapur iskelesinin hemen orada Hong Kong'un sembolü olmak isteyen bir dönme dolap var ama bunun için fazlasıyla minik kalıyor maalesef =).
Central durağına yakın bir başka önemli bölge ise Lan Kwai Fong, Hong Kong'ta gece hayatının ana damarı. 1980'lerden beri geceleri canlanan L şeklindeki bu uzunca sokak, 100'den fazla bar ve restorana ev sahipliği yapıyor. Bir bira aşağı yukarı 35 Hong Kong Doları (HKD) iken, kokteyller 100 HKD civarı. Tabii yine yer sıkıntısından insanlar, bu mini mini mekanlardan sokaklara taşıyor. Bizim gibi Asmalı Mescit'e ev sahipliği yapan bir ülkeden gelmiyorsanız oldukça heyecan vericiymiş, öyle diyorlar =).
Central bölgesi, Hong Kong'un en pahalı emlak fiyatlarına sahip ikinci mahallesi ve bu sebeple, tarihi binaları yıkıp, tek tek orijinal taşlarıyla başka bir bölgede yeniden ayağa kaldırmışlar, ki açılan alanlarda yeni yüksek binalar yapılabilsin. Ünlü Victoria Peak'e çıkan tramvaya da buradan binildiğini hatırlatalım.
İnternetteki neredeyse bütün bloglar ve seyahat rehberleri Victoria Peak'e akşam üzeri çıkıp gün batımını izlemenizi tavsiye ediyor fakat biz tam tersini öneriyoruz! Merak etmeyin şehrin gün batımı manzarası enfes, fakat Victoria Peak'te yapacak o kadar çok şey var ki biz ne olduğunu anlamadan 5-6 saatimizi geçirmişiz. İlk önce, uçaktan indiğimiz gibi, saatin de akşam üzerine yaklaşması vesilesiyle kendimizi bu tramvaya atalım dedik. Dedik ama cuma akşamı, tramvayda sanki bedava bir şey dağıtılıyormuş gibi binalara, caddelere sığamayan bir sıra vardı. O yüzden ey Hong Kong yolcusu, eğer ki turistik noktalara uğramayı planlıyorsan, ya bunları hafta içine al, ya da biletini internetten al ve sıradan kurtul. Yoksa insan 2 saat gerçekten kuyruk bekliyor. Biz de o sırayı görünce, hafta içi de orada olmanın getirdiği ferahlıkla arkamıza bile bakmadan metroya binip Victoria Harbour'a doğru yelken açtık. Hemen o akşam da başladık internetten bilet almanın yollarını aramaya ve ta-daaa. Klook isimli, Asya'da inanılmaz işinize yarayacak indirim sitesi ile tanıştık. Hemen Victoria Peak ve Ngong-Ping teleferiği biletlerimizi buradan ayarladık, almışken de tam olsun diyip Victoria Peak'de bulunan Madam Tussauds Müzesi bileti de aldık. Normalde, füniküler 140 HKD civarı.
Klook'tan bilet aldığınızda, Central durağının K çıkışından çıkıp, önceden belirlenen saatte sarı bayraklı bir rehberle buluşuyorsunuz ve o sizi, uzun sıraların üzerinden uçurup, fünikülerinize bindirip yolcu ediyor. Size de üç yüz küsür metrelik bu tepeye tırmanırken etrafınızdaki yeşilliklerin ve korkutucu diklikteki yolun keyfini çıkarmak kalıyor. Victoria Peak, adından da tahmin edebileceğiniz gibi, İngilizler'in yüksek yüksek tepeler serin olur diyerek giriştiği bir füniküler projesi, hem de Asya'nın ilki. Bunlardan neredeyse her ülkede birkaç tane var. Tabii İngiltere'nin serin havasından sonra buraların sıcakları çok gelmiş İngilizler'e. Zaten 20 yıl öncesine kadar da bu tepede yaşayan expat'lar çokmuş. Gel gelelim, bugün kendilerinin çok gurur duyduğu ama bizim bir türlü sevemediğimiz aliminyum cepheli koca bir AVM inşa edilmiş, içine de harika manzaralı restoranlarla birkaç hediyelik eşyacı serpiştirilmiş.
Biz seyir terasından Hong Kong'un enfes manzarasının resimlerini çektikten sonra, harika bir İtalyan restoranında yamaca karşı hoş bir öğlen yemeği yedik ve ardından da Madam Tussauds' u gezdik. Size tavsiyemiz, yapabiliyorsanız bu müzeyi Londra'da gezip sonra da başka hiçbir yerde böyle bir şeye kalkışmamanız, zira Amsterdam'da olsun, Hong Kong'ta olsun, bu balmumu mankenler pek de gerçekçi değiller ve etraf koşan çocuklarla dolu. Bizim için bir artısı, benim bayıldığım ama Hong Konglular'ın hiç itibar etmediği Bollywood aktörlerinin balmumu heykellerini görmek oldu.
Hong Kong'un bir başka cıvıl cıvıl merkezi ise Causeway Bay olarak bilinen ve New York 5. Cadde'den sonra dünyada en yüksek kiralara sahip olan bölge. Biz bu bölgede kalmayı seçtik ve gerçekten otel odamız bir hapishane hücresinden az büyüktü. Burada, birçok alışveriş merkezi olduğu gibi, Hong Kong'un ünlü iki katlı tramvaylarına binmek için de uygun bir bölge. Biz malesef vakit bulamadık ama Causeway Bay'in aslında en önemli özelliği, Hong Konglular'ın severek takip ettiği at yarışlarının yapıldığı hipodrom. Eğer boş birkaç saatiniz varsa, bahis oynamasanız bile, atmosferi koklayın deriz.
Hong Kong'ta tek bir gününüz varsa ve sadece tek bir yere gidebilecekseniz bunun Tsim Sha Tsui olmasını tavsiye ederim. İster gündüz, ister gece olsun, Victoria Harbour'dan karşı taraf yani Hong Kong Island büyüleyici görünüyor. Şans eseri, bizim gittiğimiz haftasonu Hong Kong'un meşhur 40 yıllık Dragon Boat yarışları vardı. Bu sebeple her yer çok canlıydı ve yarışları izlemek için tribünler kurulmuş, kocaman bir şişme dragon boat da yerleştirilmişti. Hong Kong'ta gezilecek yerlerin başında, Victoria Harbour'ın devamında kordon boyu diyebileceğimiz bir gezinti yeri geliyor, aynı zamanda Asyalı yıldızlar geçidi olarak da kullanılan bu 440 metrelik yolda, yerlerde ünlülerin Hollywood'daki gibi yıldızları ve çok hoş heykelleri var.
Bize soracak olursanız, Victoria Harbour'ın en güzel tarafı yine deniz kokusuydu. Kordon boyunun devamında, o haftasonuna denk gelen çok hoş bir bira festivali vardı. Sponsor, sevdiğimiz İspanyol birası San Miguel idi, ayrıca çok hoş sahne şovları ve birkaç etkinlik de ortamı neşelendiriyordu. Gel gelelim, böyle bir bira festivali yoksa, hemen deniz kenarındaki Hong Kong Sanat Müzesi'nin arkasından dümdüz ilerleyerek Kowloon bölgesine geçebilirsiniz. Biz, bunların ikisini de yaptığımızdan çok fazla yorulduk.
Sanat müzesinin hemen ardında The Peninsular adlı bina var, hala çok şık ama o şaşaalı günleri geride kalmış sanki. İçi biraz boş ve karanlıktı. Biz de ana caddeyi takip ederek Kowloon Park'a gitmeyi tercih ettik. Kowloon Park, harika bir yeşil alan ve düzenlemesi çok başarılı.
Akşam saatlerindeyse, parkın tam ortasındaki süs havuzu Hintliler'in müzik dinleyip dansettiği bir gençlik alanına dönüşürken, biraz daha ilerideki devasa şehir havuzu yüzücülerle doluyor. İlk defa böylesi bir havuz gördük, bize pek hijyenik görünmedi ama aklımız da kalmadı değil. O eski Hülya Avşar'lı Türk filmlerindeki halk havuzları geldi hemen aklıma =).
Hong Kong sokak pazarları, bir Hong Kong gezisinin olmazsa olmazı. Bu minik ülkede vergi yok, yani bu da Apple ürünlerini Amerika ile aynı fiyata satın alabileceğiniz anlamına geliyor. Apple için mutlaka kendi mağazasına gitmenizi tavsiye ediyoruz ama eğer bu işlerden iyi anlıyorsanız başka elektronik ürünler, saatler ve belki taklit saatler de alabilirsiniz ama ülkeden çıkarken taklit ürünlere bazen el koyuyorlarmış, bizden söylemesi. Mongkok metro istasyonundan rahatlıkla ulaşabileceğiniz bu pazarlardan en ünlüsü Ladies Market olarak adlandırılan ve Argyle Street'in köşesinden başlayıp neredeyse 1 km boyunca devam eden bir pazar. Envai çeşit kıyafet, magnet, ufak tefek elektronik ve ıvır zıvır bulabilirsiniz. Hiçbir şeyin üzerinde fiyat yok, o yüzden ölümüne pazarlık edin, hatta almayacağım diyin, ilerleyin. Arkanızdan koşup beşte biri fiyatını teklif ediyorlar. Fakat gel gelelim, ben çok da ucuz bir şey göremedim, artık TL'nin değersizleşmiş olmasından mıdır, yoksa satılan şeyleri ilgi çekici bulmadığımdan mıdır bilemiyorum. Ama yine de kalabalıkların arasında yüzlerce ışıklı tabela ve sokak yemekleri ile bu canlı ambiyansı görmeye değer. Ladies Market'ın civar sokaklarında, süs balığı pazarı, spor ayakkabı pazarı, elektronik pazarı gibi daha birçok çeşit pazar da var.
Hong Kong'taki gezi planınızın neredeyse bir gündüzünü alacak ama buna değecek bir aktivite de Lantau Adası'ndaki Ngong Ping Köyü'ne giden teleferik. Biz biletlerimizi yine Klook'tan inirimli olarak 130 HKD'na temin ettik ve sabah 10'da başlayan bu teleferiğe pek sıra beklemeden bindik. Cesaretiniz varsa, altı cam olan kabini de deneyebilirsiniz. Ngong Ping Köyü'nde neler yapılır derseniz, burası bir yapay köy. Gezginlerden bazıları, yapay olmasından mütevellit bu köye kızgın olsa da, sırf teleferik ile önce havaalanının, sonra da yemyeşil dağların üzerinden geçerek yapacağınız beş kilometreden uzun hava yolculuğunun keyfi için bile değer.
Yukarıdaki köyde, dünyanın, dış mekanda bulunan en büyük oturan Buddha'sı bulunuyor. Po Lin isimli harika bir tapınak da cabası. İçeriye girip Bin Budhha Salonu'nu sadece sizin için kaçak olarak görüntüledik, çok etkileyiciydi napalım =). Tüm duvarlara yerleştirilmiş bin adet mini Buddha heykelini saymadık ama yalan söylemiyorlardır diye düşünüyoruz, zira Budizm'de yalana yer yok. Oturan Buddha heykeline 268 basamakla ulaşılıyor, sıcakta çok tavsiye etmiyoruz, zaten en güzel uzaktan izleniyor.
Ngong-Ping Köyü'nde birçok hediyelik eşyacı var ama bizim favorimiz, Linong Tea House'ta değişik bir yasemin çayı denemek oldu. Minicik cam bardaklarda, yavaş yavaş açılan çiçek çayımız çok rahatlatıcıydı. Tabii işin sırrı sunumda. Ngong Ping teleferiğine ulaşmak için merkezden herhangi bir metroya binerek Tung Chung durağına gelmeniz yeterli. İsterseniz giderken teleferiğe binip, dönerken otobüsü de tercih edebilirsiniz ama yollar çok virajlı, araba tutuyorsa tavsiye etmiyoruz.
Lantau Adası'ndaki Lower Cheung Sha Beach, Hong Kong'un en uzun plajıymış. Biz de hazır Lantau Adasın'dayken, 23 numaralı otobüs ile 15 dakikada bu plaja gittik. Dünyanın birçok yerine seyahat etmiş insanlar olarak, şimdiye kadar Çeşme'den, veya Türkiye'nin batısındaki denizlerden diyelim, daha güzel denizlere malasef rastlamadık. Burası da deniz açısından çok vasat ama plaj olarak çok güzel bir yer. Denize karşı oturup atıştırmak veya kumsalda yürüyüş yapmak isterseniz harika bir yer. Dalga sörfüne meraklıysanız, burası tam yeri. Biz şöyle bir serinleyip kumsalda oturmayı tercih ettik. Bu arada Hong Kong'ta bütün halk plajlarında duş, tuvalet ve soyunma kabini hizmeti var, bu bizce harika bir ayrıcalık. Tam dönüş yolculuğuna hazırlanmak için duşlara doğru yönelmiştik ki, plaja bir bufalo gelmesin mi! Can kurtaranlar, bufalodan uzak durun diye anons da yaptı ama bufalo kimseye zarar vermeden yürüyüşünü yapıp gitti.
Bu arada, bu gökdelenler şehrinin birbirinden güzel tam 40 tane plajı var. Biz sadece 2-3 tanesini deneyebildik ama diğerlerinde de çok aklımız kaldı. Aslında Hong Kong'un herkesin kafasındaki imajından çok farklı bir şekli var. Beton şehir merkezinden ziyade yemyeşil doğası, soğuk denizleri ve kum plajlarıyla bizi beklemediğimiz bir noktadan vurdu Hong Kong. Hele ki Stanley bölgesi, gün batımına doğru Repulse Bay'de biraz yüzdükten sonra, Stanley Town'a geçip buraya şehir merkezinden taşınan güzel tarihi binaları görebileceğiniz şirin mi şirin bir kasaba. Repulse Bay, bizim gittiğimiz Hong Kong plajları arasından en güzel plajdı, kumsalda ağaçların olmasına ve onların gölgelerine bayıldık. Bu arada belirtmek lazım, Hong Kong'ta, denizde köpek balığından korunmak amaçlı ağlar gerilmiş durumda. O ağların içerisinde olmaya dikkat edin!
Stanley, bize biraz Foça'yı hatırlattı. Gün batımı renkleri bir harika ama o renklerin arasında iki yüz yıllık Blake Pier isimli iskeleyi izlemek daha bir harika. Bir de yine tek tek taşları ile buraya taşınan Murray House da çok hoş bir tarihi bina. 1861'de yapılan bu idari bina 1982'de, üzerinde bulunduğu arazi çok değerli olduğu için dikkatlice sökülmüs ve 16 yıl boyunca depoya kaldırılmış. 1998 yılında depodan çıkarılan bina, Stanley'de orijinaliyle bire bir olacak şekilde tekrar hayata geçirilmiş. İçerisinde hafiften pahalı iki adet restoran var ama manzarası çok güzel. Zaten Stanley, Hong Kong'un yeni hip bölgesi olmaya adaymış. Bir süredir gittiğimiz her şehirde, acaba burada yaşanır mı diye düşünmeyi küçük bir oyun haline getirdik. Hong Kong'ta yaşanır mı derseniz, biz şayet böyle bir şey olursa Stanley'e yerleşmeye karar verdik, bekleriz =).
Hong Kong'taki müzeler saymakla bitmez ama biz gerçekten müze gezmekten pek haz etmiyoruz. Onca değerli şey kendi habitatından alınıp da tek yere toplanınca çok fazla dikkat gerektiren ve yoğunluktan dolayı bizi yoran bir deneyime dönüşüyor. Fakat Hong Kong Heritage Museum'un (Hong Kong Kültür Mirası Müzesi) bu dönemki geçici sergisinin Bruce Lee üzerine olduğunu duyar duymaz atladık gittik. Kısacık ömrüne iki ülke, koca bir film kariyeri ve de inanılmaz bir dövüş sanatları hayatı sığdıran Bruce Lee'nin bazı kişisel anlarına dokunduk, onu daha yakından tanıdık, laf aramızda güneş gözlüklerine bayıldık. Fakat içeride fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktı, o yüzden sadece bu aşağıdaki resmimiz var hatıra olarak. Bu arada müzenin diğer kısımları da oldukça ilginçti, şöyle bir baktık da, insan kafatasından yapılan ve çok değerli olan bir sunak görünce şok olduk, bunun üzerine müzenin muhteşem kafesine gittik. Detaylar ne yenir bölümünde =).
HONG KONG'TA NE YENİR?
Hong Kong'un en ünlü yiyeceği, gerek sulu, gerek kızarmış, gerekse de buharda pişmiş olarak bulabileceğiniz mantı yani dumplingler. Bu bohça şeklindeki büyük mantıların içerisinde, sebze, et, karides gibi çok değişik şeyler olabiliyor. Sokaktaki ufak işletmeler bir yana, Hong Kong'ta çok sayıda uygun fiyatlı Michelin yıldızlı restoran var. Biz de bunlardan birini tercih edip, Causeway Bay'deki Hysan Place alışveriş merkezinde bulunan Ho Hung Kee isimli restorana gittik. Yemeklerini unutamam diyemesem de oldukça lezzetliydi. Özellikle de karidesli dumpling ve wontonlu noodle'ları enfesti. İki kişi 200 HKD civarı bir hesap ödedik.
Bir de Japon lezzetlerini çok sevdiğimiz için şans eseri denk geldiğimiz Ippei-an Ramen & Bar (Miramar Alışveriş Merkezi) isimli bir restoranda set menü denedik. Soya sosunda pişmiş öküz dilini ilk defa burada tattık ve hiç beklemediğimiz kadar çok beğendik. Yiyecekler genel olarak hafta içi oldugu için %50 indirimliydi. Dekoru da çok hoşumuza gitti.
Victoria Peak'e çıktığımızda ise yapacak çok şey olduğundan, oldukça acıkmış olarak, Wildfire isimli İtalyan restoranını tercih ettik. Öğlen 12:30 ile 2:30 arasında açık büfe başlangıçların ve tatlıların da dahil olduğu bir menü 110 HKD civarıydı. Yemekler, özellikle de pizzalar harikaydı fakat en güzeli, restoranın her iki cephesinin de cam olmasından kaynaklanan harika Hong Kong manzarasıydı ama elimizde sadece benim bu resmim varmış, artık idare edersiniz =).
Hong Kong'ta sokak satıcılarının yiyecekleri de oldukça revaçta. Biz yalnızca Ngong Ping Köyü'nde bir ızgara sosis denemek gibi sıkıcı bir aktivitede bulunsak da hiç pişman değiliz, çok lezzetliydi ve sadece 30 HKD ödedik. Ama bir çok tezgahta dumplingler, kızarmış tavuklar havada uçuşuyor, korkusuzca deneyebilirsiniz. Resimde görülen yumurtalar, çayda haşlanıyormuş. Lezzetini hala merak ediyoruz ama denemeye cesaret edemedik.
Hong Kong'ta yapılacakların başında ise bir çay evi denemek geliyor. Bu iş aslında turistik kaçtığından fiyatlar birazcık pahalı olabiliyor. ama olsun, arada bir de turistik olmak gerek, hem o minyatür çay setleri zaten çocukluğunuzdan kalan bir rüya gibi. Biz de Ngong Ping Köyü'ndeki Linong Çay Evi'ni denedik. Değişik bir çeşit yasemin çayı içtik, hani şu suya atınca çiçek açanlardan. Mis gibi kokuyordu, görüntüsü de bir harikaydı. Bizim denediğimiz çay demlik olarak 150 HKD idi.
Hong Kong Heritage Museum'un gerçekten saklı kalmış, harika bir kafesi var. Dekoru şık ve sade, tatlıları ve kahveleri de çok güzel. Biz öğlen saatine denk geldiğimiz için hafta içi indirimli menülerinden yararlanıp geç bir kahvaltı yaptık, oldukça lezzetliydi. Bu kafenin en şaşırtıcı özelliği ise aynı zamanda bir postane olması; kendi kartpostalınızı tasarlayabiliyor veya hazır olanlardan alıp 40 HKD civarı bir ücrete sizin için göndermelerini sağlayabiliyorsunuz.
Ve tabii ki Hong Kong'ta yapılacak en güzel şey bir rooftop barına çıkıp gece manzarasını içinize çekmek. Biz bunun için Causeway Bay'de bulunan World Trade Center'ın beşinci katındaki Hooray Bar'ı tercih ettik. Beşinci katta da rooftop bar mı olurmuş demeyin, şansınızı deneyin. Burası Hong Kong'un yer azlığına rağmen genişce bir terasa sahip, yani açık havada oturabiliyor ve muhteşem manzarayı izleyebiliyorsunuz. Kokteyller 90-100 HKD dolaylarındaydı, biz caipirinha içtik, çok da memnun kaldık.
HONG KONG'TA NEREDE KALINIR?
Hong Kong'ta kalacak yer seçmek aslında metro durağı seçmek oluyor. Metro durağına yakın bir otel veya hostel, ulaşım açısından sizi çok rahatlatıyor. Biz hem fiyat hem de temizlik açısından Booking.com'daki yorumları ve fiyatları karşılaştırıp Causeway Bay'de Mini Hotel isimli bir otelde kaldık. İsminden de anlaşılabileceği gibi minicik bir oteldi, sanırım 3 metreye 1.80 m filandı. Tuvalet de buna dahil! Zaten odanın yüzde ellisi yataktı, kalanında tuvalet ve duvar askıları vardı. Fakat çok memnun kaldık, kliması süper çalışıyordu, çarşaflar tertemizdi ve her gün oda temizleniyordu.
Asya'da hoşumuza giden bir şey de, neredeyse otel odalarının hepsinde kettle olması, böylece istediğiniz gibi çay kahve içebiliyorsunuz. Odada mı oturucam yeaa? demeyin, insanın canı bir siyah çay çekince buralardaki kafelerde bulması hiç kolay değil, üstelik de pahalı. Bu arada bizim Mini Hotel'in lobisi de çok şık düzenlenmişti. Başka mahallelerde kalmak isterseniz de, avantajlı olan lokasyonlar Central ve Kowloon bölgesi. Araştırmalarımıza göre backpackerlar Kowloon'u fiyatlardan dolayı daha çok tercih ediyormuş ama bize sorarsanız fiyatlar arasında uçurum yoksa her zaman otelleri tercih ediyoruz. Burada da durum böyleydi.
HONG KONG'TAN NE ALINIR?
Bu şehir tam bir alışveriş cenneti. İsterseniz magnetlere saldırabilir, isterseniz outlet mağazalarını talan edebilirsiniz. Öncelikle Apple ürünlerin Amerika ile aynı fiyata satıldığını tekrarlayalım. Mesela Iphone fiyatları Türkiye'den 700-1000 TL kadar daha ucuz. Fakat biz Samsung fiyatlarına da baktık ve Türkiye ile çok farklı olmadığını gördük. Ayakkabı ve saat konusunda havaalanına yakın, Tung Chung metro durağındaki outlet alışveriş merkezini tavsiye ediyoruz. Amanın her şey çok ucuz diyemeyiz ama denk gelirse 1-2 çift ayakkabı çok uygun olabilir. Bizim şahsi favorimiz ise porselen çay setleriydi ama malesef Türkiye'ye dönüşümüzü düşünüp kendimizi durdurduk, zira oldukça fazla yer kaplıyorlar ve ağırlar. Bavulunuzda yeriniz varsa kaçırmayın deriz.
HONG KONG'A NASIL GİDİLİR?
Hong Kong'a THY'nin direkt uçuşu var ama biz Kuala Lumpur'dan gittiğimiz için, Hong Kong'a ait Cathay Pacific ile uçtuk, çok da memnun kaldık. Kuala Lumpur'dan tam 4 saat sürüyor. Hong Kong Havaalanından şehir merkezine gidiş için hızlı ama pahalı bir seçenek olan airport express 120 HKD iken, S1 numaralı otobüs ile Tung Chung metro durağına gidip, metroya binmek aşağı yukarı 25 HKD tutuyor. Bunun için daha önce de bahsettiğimiz gibi Octopus Card almanızı öneriyoruz, dönüşte kartınızı iade edip depozitonuzu almayı unutmayın. Bu arada Hong Kong vize istiyor mu diye sorarsanız, Türkiye'den vize istemiyor =). 3 ay özgürce Hong Kong'ta kalabilirsiniz, hem de vize ücreti ödemeden.